DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM’de; “Demokratik çözümden kaçanlar hem Türkiye’yi hem Orta Doğu’yu hem Filistin halkını hem de diğer halkları aslında bu girdaba sürüklediler. Bu anlamıyla Türkiye devleti, yaşanan gelişmelerden sorumludur. Sorumludur çünkü çözmesi gereken sorunları çözmek yerine sorunları derinleştirmiştir” dedi. Temelli, 17 Nisan Salı günü karar duruşması yapılacak Kobani Davası’na ilişkin ise “Gelin Sincan’a, Kobani kumpas davası dediğimiz bu kumpası hep birlikte mahkum edelim ve bu kumpasa son verelim” çağrısında bulundu.
DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, TBMM’de; “Demokratik çözümden kaçanlar hem Türkiye’yi hem Orta Doğu’yu hem Filistin halkını hem de diğer halkları aslında bu girdaba sürüklediler. Bu anlamıyla Türkiye devleti, yaşanan gelişmelerden sorumludur. Sorumludur çünkü çözmesi gereken sorunları çözmek yerine sorunları derinleştirmiştir” dedi. Temelli, 17 Nisan Salı günü karar duruşması yapılacak Kobani Davası’na ilişkin ise “Gelin Sincan’a, Kobani kumpas davası dediğimiz bu kumpası hep birlikte mahkum edelim ve bu kumpasa son verelim” çağrısında bulundu.
DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, bugün TBMM’de gündemdeki konulara ilişkin basın toplantısı düzenledi. Temelli, özetle şöyle konuştu:
“ŞIRNAK BELEDİYE BAŞKANI OLSA OLSA GARNİZONUN ÇAVUŞU OLUR”
“Bu dönemin en önemli özelliği kayyumların yaratmış olduğu tahribatları ortadan kaldırmak, halkın, toplumun beklediği hizmetleri yerine getirmek ve siyasi katılımın, doğrudan demokrasinin gereklerini hayata geçirmek olacak. 31 Mart yerel seçimler öncesi ve sonrası artık Türkiye çok farklı bir siyasi zemine oturmuştur.
Seçimlere aylar kala seçmen kütüklerindeki yolsuzluklar teşhir edilmişti ve bunlarla ilgili başvurularda bulunmuştuk. Bölgede tespit ettiğimiz, Kürt illerinde, Kürt coğrafyasında tespit ettiğimiz rakam 55 bini buluyordu. Bu 55 bin kişiyle ilgili itirazlarımızı yaptık ama maalesef çok az, sadece 250 kişinin itirazı karşılık buldu. Yaklaşık 55 bin kişinin oy kullanmasında YSK bir engel bulmadı. YSK’nın bu kararı sonucunda 31 Mart’ta sandıklara gidince neyi gördük; özellikle Şırnak örneğinde olduğu gibi aslında seçime kimlerin girdiğini, seçim sonuçlarının nasıl belirlendiğine dair önemli bir fotoğraf karşımıza çıktı. Seçimlere genelkurmay partisi de girmiş meğerse. Dolayısıyla, seçimleri garnizonda çavuş seçimi gibi anlayan zihniyet Şırnak’ta belediye başkanı seçtiğini sanıyor. Şırnak Belediye Başkanı Şırnak’ta hiçbir meşruiyete sahip değildir, Şırnak sokaklarında dolaşamaz. Olsa olsa Şırnak’ta garnizonun içinde dolaşır ki, olsa olsa Şırnak’ta o garnizonun çavuşu olur, Şırnak Belediye Başkanı olamaz. Bu tür yolsuzlukları biz Bitlis’te de yaşadık, Kars’ta da yaşadık, birçok ilçemizde de yaşadık.
Şırnak örneğinde olduğu gibi bu tür hilelerin, yolsuzlukların olduğu yerde hak mücadelemize devam edeceğiz. Bu seçimlerin yenilenmesi gerekir. Çünkü bu tür taşıma askerlerle alınmış seçimlerin halk nezdinde de siyasette de hiçbir karşılığı söz konusu olamaz.
Yerel demokrasi güçlendiği sürece Türkiye’de siyasi krizleri sonlandırmak mümkün. Yerel demokrasi güçlendiği sürece Türkiye’de çoklu krizleri mümkün. Ama siz bırakın yerel demokrasiyi güçlendirmeyi, krizleri çözmeyi, siz daha çok krizlerin üzerine benzin dökerek yol almaya çalışırsanız Türkiye’de demokrasi adına adım atmanız mümkün olamaz, olmamıştır da.
Önümüzdeki dönemde hiçbir şey 31 Mart seçimlerinin öncesinde olduğu gibi devam etmeyecektir. Mayıs seçimleri sonucuna göre biçimlenmiş, aritmetiği şekillenmiş Meclis, 31 Mart seçimlerini dikkate almak zorundadır. 31 Mart sonucunda ortaya çıkmış olan siyasi tabloyu dikkate alan bir Meclis ancak sağlıklı çalışmaları hayata geçirebilir.
“DAHA BÜYÜK BİR SAVAŞ KAPIMIZIN EŞİĞİNDE”
Savaş Orta Doğu’yu sarıp sarmalamaya devam ediyor, derin acılar bırakmaya devam ediyor. İran ile İsrail arasında son yaşanan kriz, son yaşanan savaş görüntüleri aslında daha da büyük bir savaşın kapımızın eşiğinde olduğunu gösteriyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve buna karşılık İran’ın göstermiş olduğu tepkiler iki devletin birbiriyle savaş üzerinden giriştikleri bu ilişki hiç kuşkunuz olmasın, Orta Doğu halkları adına büyük bir zalimliktir, büyük bir zulümdür, büyük bir yıkımdır. Her iki devlet de baskıcı, otoriter, faşizan rejimlere sahip devletlerdir. Kendi halklarına zulüm yapmaktan geri kalmayan, Filistin halkına zulüm yapmaktan geri kalmayan, İran halkına zulüm yapmaktan geri kalmayan rejimlerdir.
Kürt sorununun demokratik çözümünden kaçan, savaş senaryoları içinde sürekli Orta Doğu’da dolaşan bir diplomasi anlayışı, bir Dışişleri Bakanı, bir MİT Başkanı, bir Savunma Bakanı izledik. Hala savaştan medet uman bir siyasi gelecek, ikbal meselesini çözüme kavuşturmak isteyen bir anlayış şimdi bütün Orta Doğu’daki yangına adeta körükle yaklaşmaktadır. Oysa Kürt sorunu çözülebilseydi, Kürt sorununun demokratik çözümü mümkün olabilseydi, bugün Rojava statüsüne kavuşmuş olsaydı, bugün Kuzey Irak’ta federe Kürt devleti özerkliğini çok daha sağlam zeminlere oturtmuş olsaydı bugün Gazze halkının başına bunlar gelmeyecekti, bugün Orta Doğu çok daha büyük acılara sürüklenmeyecekti.
Demokratik çözümden kaçanlar hem Türkiye’yi hem Orta Doğu’yu hem Filistin halkını hem de diğer halkları aslında bu girdaba sürüklediler. Bu anlamıyla Türkiye devleti, yaşanan gelişmelerden sorumludur. Sorumludur çünkü çözmesi gereken sorunları çözmek yerine sorunları derinleştirmiştir. O yüzden Türkiye’de demokratik bir gelişim ve barışçıl bir gelişimin önünü açmak Kürt sorununun çözümünden geçiyor, bunun da adımı kuşkusuz tecridin sonlandırılmasıyla mümkün.
“EKONOMİDE GİDİŞAT FELAKET SENARYOSU İÇİNDE GELİŞİYOR”
Bütçe ilk çeyrekte 500 milyar lira açığı aşmış durumda, bu yaklaşık 20 milyar dolar yapıyor. Daha ilk çeyrekte böyle bir rakamla karşı karşıyayız. Dolayısıyla ekonomideki gidişatın ne denli bir felaket senaryosu içinde geliştiğini hep beraber izliyoruz.
Her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı Dünya Bankası’ndan 18 milyar dolarlı bir kaynak bulduğunu Türkiye’ye müjdelese de bu bir proje kaynağıdır. 2024-2028 dönemi için tahsis edilmiş bir kaynaktır. Bu kaynağın bu meseleler ile mücadele etmeye, bu meseleler ile ilgili krizi atlatmaya yarayacak istikrarı sağlayacak bir kaynak olmadığını çok iyi biliyoruz. Dünya Bankası’ndan, IMF’den gelecek hayır asla Türkiye halklarının hayrına bir gelişme sağlamaz. Bu, sermaye lehine ancak bir gelişme sağlar.
Faiz ve zamlarla istikrar sağlamaya çalışan, halkı daha da yoksullaştıran bu anlayış aslında esas neşter vurması gereken yere neşter vuramadığı sürece ekonomi bugünden çok daha kötü yere gidecektir. Neşter nereye vurulmalıdır? Neşter bütçenin savaşa değil halka hizmet edecek şekilde düzenlenmesine. Neşter nereye vurulmalıdır? Sermayeye kaynak aktarmak yerine sermayeyi, serveti, rantı vergilemeye vurulmalıdır. Bunlar yapılmadığı sürece ekonomide istikrara kavuşmak mümkün olamayacaktır.
17 Nisan Çarşamba günü Kobani kumpas davasının karar duruşması var. Aslında buna bir dava demek hukuka ihanet olur. Tam bir kumpas vakasıyla karşı karşıyayız. Biliyorsunuz, bu mahkemenin ilk yargıcı bir çete mensubu çıktı. Bu iddianameye baktığınızda iddianamenin nasıl, kimler eliyle hazırlandığını 15 Temmuz sürecine dönüp baktığınızda çok iyi anlarsınız.
“MÜTALAAYI DA DAVAYI DA KABUL ETMİYORUZ”
Arkadaşlarımız, eş başkanlarımız, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gülten Kışanak ve birçok arkadaşımız, bu davada yargılanan arkadaşlarımız bu iddianameyi paramparça etmişlerdir. Bu hukuksuz düzeni, bu yasa dışı düzeni yargılamışlardır. Dolayısıyla bu dava yok hükmündedir, bu iddiname yok hükmündedir, bu mütalaa yok hükmündedir. Biz bu mütalaayı da bu davayı da kabul etmiyoruz.
Gelin Sincan’a, Kobani kumpas davası dediğimiz bu kumpası hep birlikte mahkum edelim ve bu kumpasa son verelim.”
“FOTOĞRAFIN YANSIMASI YOKSULLUKTUR”
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Temelli, AKP İzmir Milletvekili Şebnem Bursalı’nın Monaco Yat Kulübü’nde yediği ıstakozu sosyal medya hesabından paylaşması üzerine başlayan tartışmaya ilişkin soru üzerine “Bizi kimsenin özel hayatı ilgilendirmez. İsteyen istediği yere gider, istediğini yer, istediğini içer. Özel hayat ile genellikle AKP ilgilenir, kim ne yedi, nerede yedi, ne içti o onların işi. Bu bizi ilgilendirmiyor. Buradaki tepkinin esas nedeni Türkiye’nin yaşadığı yoksulluktur, Türkiye’deki asgari ücret düzeyidir. Asgari ücret eğer bir ülkede açlık sınırının altındaysa sizin yediğiniz, içtiğiniz göze batar. Eğer emeklilerin aldığı ücret, maaş 10 bin liraysa ve bunu 6 milyondan fazla emekli bu maaşa katlanmak zorundaysa işte o zaman bu fotoğraf başka bir fotoğrafın yansımasıdır. Bu fotoğrafın yansıması yoksulluktur” dedi.