Yönetmen Yücel Çakmaklı’nın 1969’da çektiği kayıp filmi “Kabe Yollarında”, 55 yıl sonra sinemaseverlerle buluştu.
Yönetmen Yücel Çakmaklı’nın 1969’da çektiği kayıp filmi “Kabe Yollarında”, 55 yıl sonra sinemaseverlerle buluştu.
Birkaç yıl önce Almanya’da bulunan bir VHS kopyadan restore edilen filmin İstanbul’daki ilk gösterimi, Taksim Camii Kültür Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Gösterimin ardından düzenlenen söyleşiye katılan yönetmen ve yapımcı Nazif Tunç, 55 yıl önce çekilen filmin önemine işaret ederek, bu yapımın ardından Çakmaklı’nın “Birleşen Yollar”, “Oğlum Osman”, “Kızım Ayşe”, “Çile”, “Zehra”, “Küçük Ağa” ve “Minyeli Abdullah” filmlerine imza attığını dile getirdi.
Filmin ortaya çıkış sürecine de değinen Tunç, şunları kaydetti:
“22 yaşında bir genç, filmin yapımcısı Ali Osman Emirosmanoğlu, Mahmutpaşa’da bir manifaturacı ailenin oğlu. Sürekli kamera elde ya da omuzda. Negatif 16 mm. Çok başarılı. Tek kamerayla bu kadar görüntünün toplanması ve iyi açılardan meselenin yansıtılması anlamında hakikaten o üçlüden bir sacayağı oluşmuş. Yapımcı Emirosmanoğlu, yönetmen Yücel Çakmaklı. Ali Yaver de görüntü yönetmeni olarak gitti. Müzikler ayrı önemde. Cüneyd Orhon oldukça başarılı. Belgeseli Kartal Tibet’inden, Yılmaz Güney’ine bütün o eski filmlerin jönlerini, starlarını konuşan baba ses, Abdurrahman Palay seslendiriyor.”
Nazif Tunç, belgeselin Anadolu’da bir hasreti karşıladığını belirterek, “1926’dan 1946 yılına kadar Türkiye’den hacca gidecek hiç kimseye pasaport verilmemiş. 20 sene Anadolu’dan hacca gitmek yasaklanmış neredeyse. 20 yıl sonra o birikmiş olan Hac ibadetinin hasretini karşılayan filmlerden biridir. Bu yolculuk biraz bize manevi hac rehberini de göstermiş oldu.” diye konuştu.
“Yücel Çakmaklı ile 1967’de tanıştık”
Türkiye’nin ilk çizgi film yapımcılarından, yönetmen ve senarist Ali Osman Emirosmanoğlu ise 1966’da sinema hayatının başladığını söyleyerek, “Ben ilahiyat birinci sınıfa giden bir talebeyim. O yaşlarda da her halde biraz faalmişim ki, Mahmutpaşa’da babamın manifatura dükkanının altında bir dükkan açmak nasip oldu. Türkiye’de perakende satış yapan hiç perdeci yoktu, hep manifaturacılar vardı. Babama bir perdeci dükkanı açacağımı söyledim. 20’li yaşlarımdayım. ‘Manifaturacılar perde satıyor sen niye açacaksın’ dedi. İhtisaslaşma olacak dedim ve orada belki de ilk perdeci dükkanını açtım. Tül imalatçılarından tül aldım. Perdelere asılan patiskadan başlayarak, diğer kumaşlarla, sırf perdeci olarak açtım.” dedi.
Emirosmanoğlu, sinemaya ilgisinin o yıllarda başladığına işaret ederek, şu bilgileri verdi:
“Bir taraftan da sinema merakımdan dolayı Türkiye’de ne kadar sinema kitabı varsa aldım okudum. Dergilere abone oluyordum. İki kuruluş var o zamanlar. Yücel Çakmaklı da oraya geliyormuş. Türk Sinematek Derneği ve Türk Film Arşivi, onlara da devam ediyorum. Orada Yücel’i görüyorum ama tabii tanışmıyoruz. İlahiyatta, onun hemşerisi bir arkadaş, ‘Benim sinemaya meraklı bir arkadaşım var. Senin de ilgin va. Sizi tanıştırayım.’ dedi ve Yücel’le 1967’de tanıştık. Buralarda toplanıyoruz, yönetmenleri seçerek filmlere gidiyoruz.”
Daha sonra Çakmaklı’ya film şirketi kurma teklifinde bulunduğunu vurgulayan Emirosmanoğlu, “Çakmaklı, ‘Niye olmasın.’ dedi. Benim iş üçe çıktı. Bir tarafta perdeci dükkanı, bir tarafta ilahiyatta okuyorum, bir tarafta da ‘Taksim’de bir yer tutalım. Büro açalım.’ dedim. Taksim Han vardı, onun üst katlarında iki oda tuttuk. Orada başladık. Ankara’ya film siparişi alabilir miyiz diye gittik bir şey çıkmadı. 1968 yılında dedim ki, ‘Yücel madem bir şey yapamıyoruz, benim biraz birikimim var, biraz da borç alayım tanıdıklarımdan ve bir Hac filmi çekelim.’ Belki o teklif etti, tam hatırlamıyorum. Beraber karar vermişiz. Onun yakın arkadaşı Tarık Buğra’ya güzel bir senaryo yazdırdık. Buğra ile Çakmaklı İstanbul gazetesinde yazıyorlar. Ben de o dönemlerde Tohum ve İslam Medeniyeti dergilerinde sinema yazıları yazıyordum.” ifadelerini kullandı.
“Paramızın üçte biri Kuveyt’te bitti”
Daha sonra film için büyük bir macerayla Mekke’ye gittiklerini söyleyen Emirosmanoğlu, şöyle devam etti:
“Buradan bir arkadaş, ‘Kuveyt’te benim bir tanıdık var. O bu işlere çok meraklı. Size de mutlaka destek olur. Oraya gidin, bütün işlerinizi halleder.’ dedi. Biz de güvendik. Gençlik var. Hac iznimiz yok. Buradan vize almamışız. Kalktık Kuveyt’e gittik. Hiçbir şeyimiz yok. Oradan yardım alacağız da daha rahat çekim yapacağız . Kuveyt’te bir hafta kaldık. Hac yaklaşıyor, bize bir şey yok. Geliyor, gidiyor adamlar ama hiçbir netice yok. Birisi acıdı bize, ‘Size bir şey gelmez. Paralarınızı burada harcıyorsunuz. Ben size yardımcı olayım, hac vizesi alayım. Gidin de bari filminizi çekin.’ dedi. Vizemizi aldı sağ olsun. Biletimiz aktarmalıydı Kuveyt’ten ve Mekke’ye gittik. Paramızın üçte biri de Kuveyt’te gitti. Belki fark ettiniz, o yüzden Medine sahnelerini çekemedik. Gidemedik, paramız bitti çünkü. Yücel de 30 yaşında filan yani çok genç. Ali Yaver biraz tecrübeli, tanınmış kameramanlardan. Macera böyle oldu, orda çektik. Geldikten sonra da burada tamamladık.”
Ali Osman Emirosmanoğlu, İstanbul’a döndükten sonra çekimlere göre Tarık Buğra’nın senaryoyu yazdığını işaret ederek, “Türkiye’den sahneler ilave edeceğiz, dedik. Ona göre yazdı ve öyle çektik onları. 2 bin 400 metre film, 8 kutu kullanmışız. Getirdiklerimizi Film Kontrol komisyonuna verdik. Filme güzellik katan müzikler, ilahiler oldu. Hala bu müzikler için tekrar tekrar seyrediyorum. Mustafa Cahit Atasoy diye Yücel’in çok samimi bir arkadaşı vardı. Müzik alanında belli kariyeri olmuş bir isim. Dini tarafı çok kuvvetli. O zaman da sadece TRT Radyo var müzikle uğraşan, yayın yapan. Televizyon filan zaten yok. Cahit Bey’e rica etti. O da kabul etti. Cüneyd Orhon’la Cahit Atasoy, o sıralarda radyodan dinlediğiniz ne kadar ünlü icracı, sanatkar varsa hepsini koro halinde muhteşem bir şekilde bir araya getirdi, sesler alındı. Bu filmin sesleri, müzikleri daha net olsa dinlemeye doyum olmaz. Hafız Necati Özer okudu. Selim Söyler, ilahiyattan, sinemaya meraklı, dini metinleri, tercümeleri okudu, sesi fena değil. Abdurrahman Palay’ı anlatmaya gerek yok. Türkiye’nin en güzel seslendirmecisi.” dedi.
“Birleşen Yolları 800 liraya çektik”
Filmin 16 mm kopyasını bastırdıklarını sözlerine ekleyen Emirosmanoğlu, “İşletmecilere de vermiştik ama özel bir ekip kurduk. O ekip Anadolu’yu dolaşıyordu. Kayseri’den başladık. Belediyeler ve kuruluşlar yardımcı oldu. Salonlar temin edip, ilan ettiler. El ilanları bastırıldı. Dışarıya kadar insanlar taştı. Çok büyük alaka gördü. Hasılat yaptıktan sonra emanet aldığım borçları ödeyince esnaf şaşırmış, ‘Biz para gelmez diyorduk ama siz iade ettiniz.’ diye. Birleşen Yollar’ın çekilmesine vesile, bu filmdir. Reklam paraları aldık, sermaye oluştu. Elif Film kuruldu. Birleşen Yolları’ı 800 liraya çekmiştik.” ifadelerini kullandı.
Yapımcı Emirosmanoğlu, filmin VHS kopyasını Fatih Ketancı’nın bulduğunun altını çizerek, “Bir ara İlim Yayma Cemiyeti galiba, Eyüp’te bize bir pozitif bir kopyasını gösterdi. O da bir yara oldu bende. 15 sene evvel Yücel Çakmaklı dostumla beraber gittik. ‘Bir film gösterilecek. Siz çekmişsiniz. Gelin.’ dediler. Seyrettirdiler. Adam 16 milimetrelik makinesini getirdi, kopyasını seyrettirdi. ‘Ya hacı, sen bunu bize ver. Sana senet verelim, bir günlüğüne, telesine yaptırıp sana verelim, sen git istediğin yerde oynat. Kopyayı biz bulamıyoruz dedik. Adam inat etti vermedi. Onda hala duruyordur herhalde. Mutlaka duruyordur.” diye konuştu.
Belgeselin negatiflerinin bozulduğunu, pozitiflerinin de oynaya oynaya yıprandığını aktaran Emirosmanoğlu, “Renkli ve renksiz 15 dakikalık kısımlarını o dönem Oğlum Osman filminin içinde seyirciyle buluşturduk.” değerlendirmesinde bulundu